Asurlular tarihte askeri teşebbüsleri ile savaşçı bir millet olarak görülmektedirler. M.Ö. XIV. yüzyılda Asur İmparatorluğunun ve kültürünün geliştiği görülür. Öyle ki, Mısır uygarlığı yanında yer alacak eserler yapılmağa başlar. Büyük fetih teşebbüsleriyle ve geniş ticaretleriyle dünyaya egemen olma siyaseti gütmüşlerdir. Toprak bakımından bağımsız olma ve komşularına karşı yabancı tutumlarıyla Asurlular, aynen Cemdet Nasr ve Naram-Sin zamanını hatırlatırlar.
Orta Asur Dönemi
Hamurabi zamanında ve sonra gelen hükümdarlar, hep dünyaya egemen olma düşüncesindeydiler. Asurlular, Mısır’ı bile kendi yönetimleri altına almak istemişlerdir. Bu yüzden Asur sanatı, askeri ifadeyi esas olarak kabul etmiş görünür. Kahraman tipli asker motifi, aynen Cemdet-Nasr ve Naram-Sin zamanında olduğu gibi önem kazanır. Krallar erkek tipli, kuvvetli ve kudretli olarak gösterilirler. Şişkin adaleli, bir atlet vücuduna sahiptirler. Ninive’deki ideal kral başı, burada yeniden önem kazanır. Gene büyük gözler, kalın kaşlar, merhametsiz bir ağız, kuvvetli bir burun, omuzlara düşmüş saçlar ve uzun sakal anlatım konusu olur. Üstlerinde taşıdıkları silahlar, uzun bir kılıç, balta ve ok’tan ibarettir. Bu asker-kralların işi savaş, istilâ kale kuşatma, vahşi hayvan avı, zafer ziyafetleri ve tanrılara kurban adamaktır. Buyrukları altında silahlı yüksek memurlar, müzisyenler tutan bu krallar gösteriş ve tantanayı sevmektedirler. Bu gösterişli, muhteşem hayata uygun saray ve duvarlarında gösterişli hayatı anlatan rölyefler yer alır. Konuları daha çok kralın savaşları ve av sahneleridir. Asurluların savaşları hakkında bu rölyeflerden çok şey öğreniyoruz. Ellerinde kalkanlar, mızraklar, müzik yaparak giden askerler, savaş arabaları, disiplinli asil kanlı atlar
bu rölyeflerde dikkatle ifade edilmişlerdir. Atların koşumları bütün ayrıntılarıyla belli edilmiş olup, biçimlendirmede kesin bir çevre çizgisi dikkati çeker. Atlar zarif vücutları, güzel hareketli adaleleri ile dikkatle modle edilmiştir. At’ın, Küçük Asya’ya Şurri’ler tarafından sokulduğu tahmin edilmektedir. Şurriler rölyeflerde kalın kumaşlardan uzun elbiseleri ile bir dağ halkı olarak ayırdedilmektedir.
Asurbanipal’in bir kaleyi nasıl kuşattığını gösteren rölyefden, Asurluların savaş tekniklerini ayrıntıları ile anlıyoruz. Esirler ikişer ikişer bileklerinden bağlanıyor; esir kadın ve çocuklar erkeklerin yanında, fakat bağlanmamış olarak yürüyorlar. Kadın ve çocuklar bazan at üzerine bindiriliyorlar. Hemen bütün kadın ve erkek esirlerin ellerinde su tulumları görülüyor. Buradan, bunların çölden geçirilecek bir başka yere götürüldükleri anlaşılıyor.
Berlin’de Devlet Müzesi’nde bulunan rölyefte, bir Asur askeri karargah tasvir edilmiş. Rölyefde yanyana kurulmuş olan iki çadırdan birinde genç bir uşak, içeri girmekte olan kumandanın, yüksek bir sedir üzerinde kurulmuş dinlenme yerini hazırlıyor. Bir başka hizmetçi, ayakta duran kumandana su veriyor. Kumandanın başında miğferi ve üzerinde silahları görülmekte. Öteki çadırda ise, bir direğe asılı, henüz yeni kesilmiş bir sığırı parçalara ayıran bir adam görülüyor. Bu rölyef bir savaş sırasındaki durumu anlatıyor. Demek ki, bu konu o zamanlar büyük önem kazanmakta idi. Vücut adaleleri ve kemikleri dikkatle modle edilmiştir. Rölyef anlatımı alçak, yüzeysel bir modle ile yapılmıştır. Ayrıntılar, sağlam ve mantıki bir görüş ile halledilmiştir. Bu biçimlendirme özelliklerinden, arkaik bir anlatımın söz konusu olduğu anlaşılıyor. İnsanların yüzleri durgun; fakat gerek atların, gerekse aslan gibi hayvanların yüzleri, içinde bulundukları durumla ilgili bir anlatımdadır.
İnsana heyecan veren av sahnelerinde, beynine ok yemiş, duyduğu acı ve vücudunun gerilmiş adalelerinden belli olan aslanlar gene önem kazanmış konulardandır. Sevilen diğer konulardan biri, kralın vurduğu aslanı kulağından tutarak arka ayakları üzerine kaldırmasıdır. Konular eski mühürlerdeki hayvan ve canavar motiflerinden alınmıştır. Bu rölyeflerdeki hayvan motifleri, arkaik üsluplu insan biçimlendirmesine oranla, plastik anlatım bakımından daha canlı ve optik hareketli olarak gösterilmiştir.
Özellikle, atlı bir savaş arabasına karşı saldıran aslan, ayrıntılı çizgiye dayanan alçak rölyefli bir eserdir. Burada atların son derece dikkatli, temiz bir işçiliği vardır. Ava çıkmış kralın arabası da, bütün süslü ayrıntılarıyla görülmektedir.
Savaş yapan askerler ve bilhassa krallar, resmi ve savaş elbiseleriyle gösterilmişlerdir. Her halde savaş elbisesi içinde gösterilmek, bu ülkede çok önem kazanmakta idi. Ayrıca, rölyeflerde savaşların nasıl yapıldığı ve savaş tekniklerine verilen önem, dikkati çekmektedir. Savaşa ait aletlerin ve bunların kullanılışlarını gösteren sahneler, insanın ifadesinden fazla değer bulur. Demek ki, bu ülkede askerlik birinci planda yer alıyordu. Savaş arabaları, kale kuşatma araçları, sudan geçmek için yüzdürme tulumları, çadırlar, sandalyeler, askerin yemek ihtiyacının karşılandığı pişirme fırınları, kapkacak, kral arabasının şemsiyeleri, hep belirgin karakterleri ile tasvir edilmişlerdir. Bu rölyeflerdeki anlatım, Akad anlatımında değil, Sümer biçimlendirilişindedir. Adalelerin anlatımında, vücut uzuvlarının yuvarlak bir çıkıntılılıkta gösterilmesi yerine, alçak ve düz yüzeyli bir rölyef biçimlendirmesi, çizgi egemenliği ile dikkati çekiyor. Rölyefte, yüzeyin boş kalan kısımlarına gayet iyi işçiliği olan çivi yazısı bloklar yapılmıştır. Bütün bu çalışmalarda plastik sanat anlatımı yerine, grafik görünüşlü bir anlatım kullanılmıştır. Grafik anlatım ile birlikte, kral elbiselerinin muhteşem süslemeleri çizgilerle belirtilmiştir. Bu grafik anlatımdaki süslemeler ile, Önasya sanatında ilk olarak bir bezeme zenginliğine önem verilmiş oluyor. Sanatta dekoratif anlayış, elbiseler, canavarların, efsanevi hayvanların kanatları, saç süslemeleri ve bukleleri, kıvrımlı sakallar, hep bezeme öğeleri olmuştur. Sakal ve saç motifi inşa? ve yüzeysel olarak gösteriliyor. Şeritler, güller, inci dizileri, kralın muhteşem elbisesinde daima yer alıyor. Ağaçlar, palmiyeler, bilhassa hayat ağacı, stilize edilmiş sarmaşık biçimini ve zengin bezenmiş halini bu rölyeflerde kazanıyor. Bu motif, Hindu’larda Hititlerde ve Selçuklularda da görülecektir.
Asurluların sanatı daha çok halka hitap eden, yaşama telkin eden, örnek olucu, süsleyici bir fatih sanatıdır. Bu anlayıştaki eserler yanında, başka bir anlayışı gözlemliyoruz. Bu, bir çiftçi tabakasının anlayışıdır.
Korsabad Sarayı
İki anlayışın birbirlerine etkileri ile Asurda, donmuş kukla suniliği içinde biçimlendirilmiş figürlerin ortaya çıktığı görülür. Bu anlayıştaki eserlerde, gergin insan vücutlarını ve dört nala giden şaha kalkmış atları bir kuklanın hareketleri içinde görüyoruz. Bunlardaki çizgiler gayet kesin görünüştedir. Tanrılar ve şeytanlar da bu anlayışta ve atletik anlatım içinde, ancak bir çizgi kesinliği ile gösterilmişlerdir. İyi ve kötü ruhlar arasında geçen savaş, bu rölyeflerde anlatılmıştır. Rölyeflerdeki vücutlar sanki içleri boş, şişirilmiş gibidir. Böylece bir çeşit maniyerizm Asur sanatında yer almış oluyor. Bu sıralarda önem kazanan motif, tanrı tara fından bitkilerin bol ürünlü olmalarını sağlamasıdır. Elinde su bakracı olan kuş başlı, insan vücutlu ve kanatlı bir tanrıdır bu. Biz esasen Mezolitik Çağ ile Yeni Taş Çağının toprağa yerleşen insanlarının da, çiftçilikle birlikte iyi ürün almak, doğa felaketlerine karşı korumak için çeşitli şeytan, tanrı ve efsane yaratıklarını tasarlandığını biliyoruz.
Gelenekçi Mezopotamya sanatı, yani Sümer sanat anlayışı, daha Naramsin ve ondan sonraki Hamurabi zamanında, etkisini devam ettirmiş ve Akad-Babil sanatının fizyonomisini Hamurabi’den sonra da tayin etmiştir. Asur sanatında da bu gelenek devam etmiştir. Asur, Sümer sanatı için çeşitli sebeplerle iyi bir zemin olmuştur. Tamamen samileşmesi ve Akad kültürü ile etkilenmesine rağmen ilk zamanlardan itibaren Sümer kültürü Asur’da yer edinmiş ve hatta arasıra Sümer egemenliği altına girmiştir. En eski Asur kültürü, renkli keramikli ve saf dekoratif anlayıştadır. Dağlık bölgeye yakın oluşları ve dağ halklarının Sümer’e akraba olmaları, burada Sümer etkilerine uygun bir ortam hazırlamış Olduğunu akla getiriyor. Burada, eğer geçmiş incelemelerimizi hatırlayacak olursak, Mezopotamya’ya gelen dağ halkları, her gelişlerinde sanata dekoratif bir anlayış değil, arkaik plastik bir biçimlendiriş getirmişlerdir. Şimdi Asur sanatının bu devresini geçmişteki Yeni Sümer sanatı ile karşılaştırırsak bunun, Yeni Sümer sanatının bir devamı olmadığını anlarız. Asur’un şimdiki rölyeflerinde düz bir rölyef biçimlendirilişi, çizgi halinde bir desen ve süs öğeleri vardır. Bu çizgi halindeki desen ve yüzeysel süslemelerinde yabancı kavimlerin etkileri olduğunu söyleyen ve bunları Hurri ve Mitanni’lere bağlayan sanat tarihçileri vardır. Ancak Hitit’lerden ve Mitanni’lerden, binaların dış alt yüzeyini rölyef plaklarla kaplamayı aldıkları kabul edilmektedir. Bunların yanında yapıların kapılarına konulan sfenksler ve kapı figürleri Boğazköy anlayışındadır.
Dağ kavimlerinden aldıkları öteki etkiler, rölyeflerde bulunan ortadaki figürlerin frontal gösterilmesi ve onların yanlarına gelenlerin birbirlerine simetrik olmalarıdır. Dağ halklarının Akad-Sümer sanatının devamı üzerine olan etkisi yüzünden, Asur sanatına, Mezopotamya sanatının gençleşmesi olarak bakılmaktadır. Esasen biz dağ halklarının Mezopotamya’ya her gelişlerinde, bura sanatını etkilediklerini ve sanatın bir çeşit arkaizme döndüğünü gözlemlemiştik.
Fakat bundan kısa bir zaman sonra yeniden Akad ve Sümer’lerin gelişmiş, olgun sanatına bir bağlanma dikkatimizi çekiyor. Böylece teknik olarak en üstün eserlerin ortaya çıktığına tanık oluyoruz. Bütün etkilenmelere rağmen, arkaik öğelerin eserlerde yerlerini korudukları görülüyor. Bu görüş ve anlayış ile; Asur’un M. Ö. 2.000 yıllarındaki savaşçı anlatımı olan sanatla ilgilendiği anlaşılıyor. Asurnasirpal’in zamanında, IX. yüzyılda, açıkladığımız anlamdaki eserler en yüksek ifadesini bulur.
Asur sanatının son çağı olarak kabul edilen M.Ö. VII. yüzyılda, Asurbanipal’in (Sardanapal) zamanında yaşanan çağı anlatan rölyeflerde, formlar kuvvetsiz geveze bir hikayecilik içindedir.
Bir çeşit janr (genre) resmi olan bu tasvirlerde askeri karargâh ile halkların nakledilişleri gösterilmiştir. Tasvirlerde peyzaj öğeleri çoğalıyor ve mekan belirten perspektif görünüşlü figürler ortaya çıkıyor. Rölyef yüzeyindeki figürler küçülüyor. Resimde olayı gösteren kısımlar fazla yer tutuyor. Lüks hayat anlatımı önem kazanıyor. Askerlik, savaş konuları, ciddilik ve titizlik kalkıyor. Giysilerin süslü dekoratif anlatımı itibar görüyor. Bu anlayışta yapılmış eserler arasında sürek aylarını, kralın avlanmalarında onun önüne sürülen vahşi hayvanların beslendiği hayvanat bahçelerini görüyoruz.
İlk zamanların sembolik olarak resmedilmiş olan hayvanları, bu eserlerde daha gerçekçi bir gözleme dayanmaktadır. Buna örnek olarak Asurbanipal’in sarayındaki rölyefler arasında bir okla ağır yaralanmış erkek aslan ile gene yaralı bir dişi arslanı görüyoruz.
İşte Asur’un ünlü asma bahçeleri bu zamanlarda yapılmıştır. Asurbanipal’i bir asma bahçesinde, yüksek bir divan üzerinde uzanmış. içkisini içerken görüyoruz. Asma ve palmiyeler altında oturan kralın ayak ucunda da, kraliçe tahtına oturmuş içkisini içiyor. Kalabalık bir hizmetçi grubu yelpazeleri sallıyor. Bu eserde natüralist öğelere rağmen dekoratif, süslü, alçak rölyef ile dağ halklarının plastik, yüksek rölyef anlatımlı arkaizmi bir araya gelmiş görünüyor.
Alıntı:www.felsefeekibi.com